1 Aralık 2007 Cumartesi




Bana burdaki martıların nasıl olduğunu sorduğun ve benim cevap veremediğim gün kendime çok şaşırdım, tahmin edersin ki. Beni gökyüzüne bakmaktan uzaklaştıran ne vardı ki? Yeryüzündekilerle de ilgilenmiyordum, kendimle de. Biraz düşündüm ama tabii yine sorumun cevabını bulamadım ve düşünmeyi bıraktım. Çünkü akıl sağlığım benim için önemli. Bu yüzden sorgulamaktan vazgeçip tekrar martılara bakmaya başladım. Sahilde tek başıma balık ekmek yemeye çıktım. Balıkçıların etrafı martı doluydu. Vapur iskelesinin oralarda canhıraş bağırıyolardı. Ne anlatmak istediklerini merak ettim. Sence martılar aç gözlü yaratıklar mıdır ? Yoksa onları da genellememeli miyiz?
Sonra tavla oynamaya gittiğimiz, kadıköydeki bitişik ev çatısı manzaralı, kafenin penceresinden çatılara konan martıları iyice inceledim. Hava soğuktu. Kışı zor geçireceklerini düşünen bir kaç martı gördüm. Evet! Beden dilini sözcüklerden daha iyi anlayabilirim, biliyorsun. Tavlada yendiğim için o ruh haliyle başka martı izleyemedim o gün. Ama sonraki gün açığı kapattım tabi. Hayatımın beş yılını geçirdiğim o tarihi evin kocaman pencerelerinden dışarıya bakarken gün batımında uçan çılgın martılarla karşılaştım. Kırlangıçlara kafa tutacaklardı nerdeyse, deliler. Biliyo musun o martılardan biri bizi daha önce görmüştü. Mutlaka görmüş olmalı. Ama muhtemelen hiçbir şey anlamadı.
İşte böyle. Her zamanki gibi onlar. Ama hayır hep aynı oldukları için onlara uzun zamandır bakmıyor değilim. Bir güzelin güzelliğini izlemekten bıkmadım henüz hiç.