29 Kasım 2010 Pazartesi

sanı.

Geçenlerde şaşırtıcı bir olayla güne başladım. Evimde tanımlanamayan bir cep telefonu şarjı vardı. Bildiğim kadarıyla bu şarj aleti evdeki kimseye veya ziyaretçilere ait olamazdı. O halde iki ihtimal vardı. Birincisi fotoğraf makinemi ödünç verdiğim arkadaşlarımdan birinin bu şarj aletini fotoğraf makinesi çantasının içinde unutmuş olması ihtimali, ikincisi ise paralel evrenlerden birinde bu evde yaşayan birisinin bu şarj aletine ait telefonu kullanıyor olması ve evrenler arasındaki bir geçiş nedeniyle bu hadisenin vuku bulması ihtimali idi. Belli ki eş evrenlerden biri teknolonojide almış başını gitmişti. Belki büyük bir keşfin eşiğinde bile olabilirdim. Hemen paralel evrendeki arkadaşımıza ait başka izler aramaya başladım ben de.
Önce mutfağa baktım. Kirli tabaklar, masa üzerindeki ekmek kırıntıları, yarısı açılmış yamuk duran perde, musluktan şıp şıp damlayan su... Her şey sıradan gözüküyordu. Sonra salonda göz gezdirmeye başladım. Farklı bir şeyler olduğunu sezmeye başladığım sırada telefon çalmaya başladı. Gizemli bir şahıstan esrarengiz bir telefon almayı bekliyordum ama arayan arkadaşım S. idi. Heyecanla olayı anlatmaya başlayacaktım ki sözümü keserek şarjını bende unuttuğunu söyledi. Böylece cep telefon şarjının gizemi beş dakika içinde çözümlenmiş oldu.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

komik.

Bugünlerde şu üç şeye aklıma geldikçe gülüyorum:

1- Saçı bozulmuş güvercine.
2- Hakim "sehven yapılmıştır" derken "şehven yapılmıştır" yazan katipe.
3- Ölümcül hıçkırık hastalığına yakalanmış Lily'e.

20 Haziran 2010 Pazar

göçük.

İnsanoğlu ve kızı arada sırada kendini yeniden inşa etmek isteyebilir. Örneğin; gülümsemesi yüzünün normal şekli haline gelmiş biri, bazen ulvi dertleri olan karizmatik bir insan gibi görünmek isteyebilir. Bunun bir çok nedeni vardır. Ama burada bu konunun nedenlerinden çok tehlikelerinden ve bu tehlikeleri önleme yöntemlerinden bahsedilecektir. Nedenleri önleme uğraşısına ise hiç girişilmeyecektir.
Böyle durumlarda daha ilişkilerinin başından beri kişinin kendisini kendinden farklı tanıttığı insanlara ihtiyaç vardır. (Bundan sonra kerizler olarak anılacak grup.) Onlara geçmişi ve geleceği ile farklı dertleri olan başka bir insan tanıtılmış olmalıdır. Her ne kadar kerizlerle yeterince zaman geçirdikten sonra inşa edilen kişi yine inşa eden kişinin gerçek haline dönecek olsa da yeterince az görüşülmesi durumunda istenilen kıvamda kalınabilir.
Bu tip ilişkilerde yapılmaması gereken en önemli hata, kerizlerle çok zaman geçirmek dışında, arkadaş gruplarının birbiriyle tanıştırılmasıdır. Kerizlerle, diğer arkadaş grubunun tanıştırılması durumunda gruplara uyum zorluğu yaşayan kişinin bakışları anlamsızlaşacak, yukarıdaki örneğe göre, sırıtıklık ile kuulluk arasında gidip gelen ebleh bir görüntü sergilenecektir. Kişi karakterini tamamen kaybetme tehlikesi içine düşecek ve derin depresyonlara sürüklenecektir.

16 Haziran 2010 Çarşamba

yine mi çiçek.

İnsan yer yatağında yatarken sanki odanın tüm yuvarlanılabilir yerleri yatağın bi parçasıymış gibi oluyor. Yuvarlanıyorum. Hop, yandaki elbise yığınının arasından çoraplarımı buluyorum. Yuvarlanıyorum. Hop, elime kitabım takılıyor. İç kapağına tarih, isim ve alındığı şehir yazılmış. Kendimi dünyanın en gezgin insanı addediyorum anında. Bi sayfa çevirip okuyorum. Keyfime diyecek yok. Duvar saatim çello çalıyor. Sen, diyor, her kitabının arasından kuru çiçekler çıkan birisin. Ben, diyorum, bu sefillikten kurtulduktan sonra da yer yatağında yatmaya devam edebilirim.
Sonra uykuya dalıyorum. Rüyamda ölüyüm. Ama etrafta gezinmeye devam ediyorum. Rüyamda beni görebilenler de var, göremeyenler de. Sadece duyanlar, hem görüp hem duyanlar, sadece gören ama duyamayanlar..
En çok görüp de duyamayanlar sinirimi bozuyor.
Uyanıyorum.

13 Haziran 2010 Pazar

yaz gecesi rüyası.

Bugün bir yıldır gün yüzü görmemiş bisikletimi örümcek ağları içindeki karanlık bodrumumuzdan çıkardım. Biraz temizledim, lastiklerini şişirdim. Hala paslıydı, frenleri tutmuyordu. Ama kullanılabilecek bir haldeydi. Bir süre kullanmak zorunda olduğum wal-mart'tan alınma kıytırık bisikletimden iyi durumda olduğu kesindi, zaten alttarafı sahilde binecektim.
Hava biraz serinlemişti çıktığımda. Yine de yaz mevsimi kendisini iliklere kadar hissettiriyordu. İstanbul'da yaşamanın kaçınılmazı pazar günü kalabalığı vardı tabi ki. Sevgili B.'nin bana hediye ettiği pusulalı bisiklet zilini bisiklete hala takmadığıma çok pişman oldum.
Sahilde N. Ile buluştuk. Pembe mor renkli, uğur böceği şeklinde zilli üstelik sepeti bile olan bisikletiyle çok havalıydı N. Kaskı bile vardı.
Caddebostan sahilinde neyseki insanlarda oluşmuş “bisiklet yolu anlayışı” ile rahattık. Ama aynı rahatlığı Maltepe sahilinde yaşayamadık. İnsanlar bisiklet yolunun ortasında sallana sallana yürüyordu. Ben içten içe kızıyordum. N.nin sakinliğine de özeniyordum. Gereksiz agresifliğe hiç gerek yoktu, üstelik regl piskolojisinde bile değildim. Fazla umursamamaya başladım sonra. Gülümseyip geçmeyi başarır oldum. Yine de yayaların bisikletlilere garezi olduğuna dair inancımdan kurtulamadım. Yoksa bisikletliler de yayalar için mi aynısını yapıyordu. Sanki farklı statülere sahip insanlar oluşmuş gibiydi. Karşıdan gelen bir bisikletlinin bisiklet yolunda üzerine doğru yürüyen bir yayaya yol vermemek için direndiğini gördüm. Aralarında bir tartışma çıksa ben bisikletlinin yanında yer alacaktım, yürüyenler de belki yürüyenlerin.
İşte bisiklet yollarının bu kadar yeni olduğu bir yerde yaşayınca bunlar olağandı. Velhasıl kelam bu şekilde iyice saçmaladığımı farkettiğim anda N. Ile çimlerde oturup muabbet etmeye başlamıştık sakin sakin. Böyle telaşsız bir günü ne zamandır yaşamadığımı düşündüm. Neden yaşamadığımı da düşündüm, bugünün yolculuklarım ve yapacaklarım konusunda beni neden heveslendirdiğini de düşündüm, bisikleti ve dostlarımı özlediğimi de düşündüm. Ama bunlardan bahsetmeyeceğim. Sadece bugünü hatırlamak istediğim için gece yarısı sakin sakin klasik müzik dinleyip soda içerken bunları yazdım.
Özlediğim herkesi buradan öpüyorum.

18 Mayıs 2010 Salı

majas on balcony



Bu resme bakınca neler hissettiğimi yazmaya çalıştım. Yazdım yazdım sildim. Ressamın anlattıklarını tekrar kendi bakışımla yazmama ne gerek var diye düşündüm, sonra ifade etme ihtiyacından tuttum, nümayişten çıktım. Yarının tatil olması ne iyi.

29 Nisan 2010 Perşembe

songs of innocence and experience.

Güne yoldaki trafik ışıklarını selamlayarak başlamaya bayılıyorum. Kendimi evden sokağa atar atmaz, gecenin gerginliği üzerimden kalkıyor, yeniden güvende hissetmeye başlıyorum. Bu taze hisle ilk gördüğüm trafik kamerasına aydınlık bir gülümseme sunuyorum. Bu benim güne merhaba deyişim. Zaman zaman çok yalnız kaldığım için böyle davrandığımı düşünenler oluyor ama çok yakında yanıldıklarını anlayacaklar. Örneğin bir gün işlemedikleri bir cinayetle suçlandıklarında olay anında nerede olduklarını açıklayamayacaklar. Ama benim buna verecek cevabım her zaman mevcut. Sokağa ilk çıktığım andan itibaren trafikte, yolda, metrobüste, trende, vapur istasyonunda, tramvayda, bankada, okulda, işte, barda, restoranda, alışveriş merkezinde, spor salonunda izleniyorum. Hele İstiklal caddesinde bir sistem var ki “allah sizi inandırsın elinde piyango bileti olsun üzerindeki rakamları seçebilir.” İşte ben de bu kameraların önünden bilerek ve sık sık geçiyor, bir göz kırpıp yoluma devam ediyorum. Böylece gerçekten katil olmadığım sürece beni kimse cinayetle suçlayamayacak. Kendimi o kadar güvende hissediyorum ki.

12 Ocak 2010 Salı

yalnızca kaçıklar için.

Bir yılbaşı gecesi oyunu yazdım. Bu oyunu geceyi yapayalnız ve karanlık geçiriyorsanız bile bir kadeh şarap (şarap opsiyonel) eşliğinde oynayabilirsiniz. Oyunun tek kuralı kendinize karşı dürüst olmanız. Gerisi size kalmış. Övünmek gibi olmasın ama ben bu oyunu yılbaşında olmasa da oynadım ve oldukça tatmin edici buldum. Şimdi oyunun kuralını da belirttikten sonra nasıl oynanacağını kısaca anlatayım. Aşağıda yazdığım kısa diyaloğu okuyorsunuz ve sırayla karakterlerin yerine kendinizi karşısındakine de aklınızdan seçtiğiniz bir veya birden çok tanıdığınızı koyuyorsunuz. İstediğiniz kadar tekrarlayabilirsiniz. Oyunun amacı ise; diyalogta kaç tane yalan geçtiğini bulmak. Bu kadar basit. Haydi iyi eğlenceler, mutlu yıllar.. İşte diyaloğumuz;

- seni seviyorum.
- ben de seni. peki bana sevmediğin bir şey söyle.
- birisine inanmak zorunda kaldığım zamanları sevmiyorum. sen söyle.
- benim bu dünyada sevmediğim şey yok.