“Hep dürüstlükten kaybediyorum” dedi adam mırıldanarak. Bunu duyan herkes anlık bir sessizliğin ardından aynı anda gülmeye başladı. Önce çekingen ve sessiz olan gülüşler daha sonra korkusuz kahkalar haline geliyordu. Gülenleri duyan onlara katılıyordu. Böylece sesler yayılarak büyüyordu. Acılı, coşkulu, hüzünlü, alaycı, şeytani, mutlu gülüşler birbirine karışarak bir ahenk oluşturmaya başladı. İnsanlar güldükçe kafaları da bir öne bir arkaya gidip geliyordu. Herkes uyum içindeydi.
“Hep dürüstlükten kaybediyorum” dedi adam yine mırıldanarak. Bu defa herkesin kahkahaları yavaş yavaş normal gülüşlere ve ardından sessizliğe dönüştü. Acılı, coşkulu, hüzünlü, alaycı, şeytani ve mutlu gülüşler bir bir yok oldu. Artık gülecek bir neden kalmamıştı. Herkes uyum içindeydi.
5 Aralık 2009 Cumartesi
2 Aralık 2009 Çarşamba
iletişim.
"Alo ?" dedi.
"Alo ?" dedim.
"Alo ?" dedi.
"Alo ?" dedim.
"Alo ?" dedi.
"Alo ?" dedim.
"Alo ?" dedi.
"Alo ?" dedim.
"Alo ?" dedi.
Telefonu kapattım.
"Alo ?" dedim.
"Alo ?" dedi.
"Alo ?" dedim.
"Alo ?" dedi.
"Alo ?" dedim.
"Alo ?" dedi.
"Alo ?" dedim.
"Alo ?" dedi.
Telefonu kapattım.
20 Kasım 2009 Cuma
ecco homo.
Cadde kenarında bir kafe. Caddede trafik.
Sıradan bir günün akşam üzeri. Mevsim sonbahar. Hava ne soğuk ne sıcak, vücut ısısına yakın bir ılıklıkta.
Bir adam kafeden içeri giriyor. Kimsenin kafasını çevirip bakmayacağı kadar normal biri. Ne yakışıklı ne çirkin. Kıyafetleri bol, açık renk ve dikkat çekmeyecek kadar sade. Gölge gibi.
Kafede altı yedi tane masa var. İçerideki insanların ruh hallerinde dışarıdaki trafikten eser yok. Herkes kendi işiyle ilgileniyor, kimse birbirinin farkında değil.
Gölge adam kafenin en ortasındaki masaya oturuyor. Minik müzik çalarının kulaklıklarını takıp trans haline geçme çabası içinde.
Dışarıdan bir ambulans sesi geliyor.
Gölge, sirenleri duymuyor. Dinlendirici müziğe yoğunlaşmış.
Yaklaştıkça can hıraş çığlıklar gibi ambulansın sesi.
Ambulansın arkasına takılmış aracın şöförü trafikten sıyrıldığı için çok mutlu.
Ambulansın içinde bir kadın ağlıyor.
Transa geçen gölge adamın bilinci vücudundan ayrılıyor. Artık hiçbir şey düşünmediği simsiyah bir boşlukta.
Ambulansın sesi önce uzaklaşıp sonra yok oluyor. Kafedeki insanların anlık tedirginliği geçiyor.
Gölge başka bir boyutta düşünmeye başlıyor. İçinde bulunduğu gerçeklikten kopmuş, bir üst gerçeklikten alt gerçekliktekileri duyabiliyor, hissediyor, görüyor.
Cam önünde bir kadın. Mesleği yazarlık. Tek başına oturmuş, sponsorunu bekliyor.
Camın önünden geçen bir çocuk, annesinin elini tutmuş, yere düşürdüğü çukulatasını annesine çaktırmadan yerden alıp ağzına atıyor. Yere düşmüş çukulatanın tadı da aynı.
Bir diğer masada iki sevgili, bir çift, oturmuş konuşuyor.
Kadın çileden çıkmış. Erkek bunun iyiye işaret olduğunu düşünüyor.
Kadın yapma diyor, adam kadının yapmasını istediğini düşünüyor.
Yazar kadının beklediği adam geliyor. Kadının yazılarına sponsor olacak.
Kadın adamı görünce içinden tekrarladığı konuşmaları kesiyor, adamın elini sıkıyor. Konuşacakları aklında.
Diyor ki: herkesi şüpheye düşürecek bir kitap yazmak istiyorum. Öyle bir şey olsun ki, mesela, kitabın sonuna kadar her olayı kutsal kitaplara göre yorumlayıp bir sonuca erdirteyim ama sonunda tanrının olmadığı ortaya çıksın. Ya da tam tersi. Benim için farketmez. Sadece şüpheye düşsünler.
Adam diyor ki: Satmaz! Sen her daim bu son sözüm diyen ama devamlı konuşan adamın komik hikayesini yaz.
Gölge adam raporu için not düşmeye başlıyor: "kadınlar mutsuz... erkek egemen toplumun...."
Tam o sırada başka bir masada bir adam sesini yükseltiyor: "SAÇMA!"
Devam ediyor: "Polisin yolda yürüyen hippileri görüntüleri yüzünden durdurması kadar saçma ne olabilir ki."
Aynı masadan bir diğer ses, adalet mümkün müdür müdür, diyor. Deli ayten gülüyor bu söze..
Sevgilililerden çileden çıkmış kadın "tamam" diyor "bu son." Çantasını alıyor. Gidecekken adam bi şans dileyip öpüyor kadını. Kadın "peki" diyor. Adamın inancı pekişiyor: kadınlar söylediklerinin tam tersini isterler.
Yazar kadın artık direnemeyip insanları 'her daim bu son sözüm diyen adamın komik hikayesiyle' şüpheye düşürmeye karar veriyor.
Diğer masadaki adam tekrar sesini yükseltiyor "Her gün ağlayan adamlar görüyorum. Koca koca adamlar.."
Gölge adam kulaklıklarını çıkarıyor. Not tutmaya çalışıyor. Kafası karışmış. Boşveriyor.
Kafedeki herkes eski sakinliğine bürünüyor.
Sıradan bir günün akşam üzeri. Mevsim sonbahar. Hava ne soğuk ne sıcak, vücut ısısına yakın bir ılıklıkta.
Bir adam kafeden içeri giriyor. Kimsenin kafasını çevirip bakmayacağı kadar normal biri. Ne yakışıklı ne çirkin. Kıyafetleri bol, açık renk ve dikkat çekmeyecek kadar sade. Gölge gibi.
Kafede altı yedi tane masa var. İçerideki insanların ruh hallerinde dışarıdaki trafikten eser yok. Herkes kendi işiyle ilgileniyor, kimse birbirinin farkında değil.
Gölge adam kafenin en ortasındaki masaya oturuyor. Minik müzik çalarının kulaklıklarını takıp trans haline geçme çabası içinde.
Dışarıdan bir ambulans sesi geliyor.
Gölge, sirenleri duymuyor. Dinlendirici müziğe yoğunlaşmış.
Yaklaştıkça can hıraş çığlıklar gibi ambulansın sesi.
Ambulansın arkasına takılmış aracın şöförü trafikten sıyrıldığı için çok mutlu.
Ambulansın içinde bir kadın ağlıyor.
Transa geçen gölge adamın bilinci vücudundan ayrılıyor. Artık hiçbir şey düşünmediği simsiyah bir boşlukta.
Ambulansın sesi önce uzaklaşıp sonra yok oluyor. Kafedeki insanların anlık tedirginliği geçiyor.
Gölge başka bir boyutta düşünmeye başlıyor. İçinde bulunduğu gerçeklikten kopmuş, bir üst gerçeklikten alt gerçekliktekileri duyabiliyor, hissediyor, görüyor.
Cam önünde bir kadın. Mesleği yazarlık. Tek başına oturmuş, sponsorunu bekliyor.
Camın önünden geçen bir çocuk, annesinin elini tutmuş, yere düşürdüğü çukulatasını annesine çaktırmadan yerden alıp ağzına atıyor. Yere düşmüş çukulatanın tadı da aynı.
Bir diğer masada iki sevgili, bir çift, oturmuş konuşuyor.
Kadın çileden çıkmış. Erkek bunun iyiye işaret olduğunu düşünüyor.
Kadın yapma diyor, adam kadının yapmasını istediğini düşünüyor.
Yazar kadının beklediği adam geliyor. Kadının yazılarına sponsor olacak.
Kadın adamı görünce içinden tekrarladığı konuşmaları kesiyor, adamın elini sıkıyor. Konuşacakları aklında.
Diyor ki: herkesi şüpheye düşürecek bir kitap yazmak istiyorum. Öyle bir şey olsun ki, mesela, kitabın sonuna kadar her olayı kutsal kitaplara göre yorumlayıp bir sonuca erdirteyim ama sonunda tanrının olmadığı ortaya çıksın. Ya da tam tersi. Benim için farketmez. Sadece şüpheye düşsünler.
Adam diyor ki: Satmaz! Sen her daim bu son sözüm diyen ama devamlı konuşan adamın komik hikayesini yaz.
Gölge adam raporu için not düşmeye başlıyor: "kadınlar mutsuz... erkek egemen toplumun...."
Tam o sırada başka bir masada bir adam sesini yükseltiyor: "SAÇMA!"
Devam ediyor: "Polisin yolda yürüyen hippileri görüntüleri yüzünden durdurması kadar saçma ne olabilir ki."
Aynı masadan bir diğer ses, adalet mümkün müdür müdür, diyor. Deli ayten gülüyor bu söze..
Sevgilililerden çileden çıkmış kadın "tamam" diyor "bu son." Çantasını alıyor. Gidecekken adam bi şans dileyip öpüyor kadını. Kadın "peki" diyor. Adamın inancı pekişiyor: kadınlar söylediklerinin tam tersini isterler.
Yazar kadın artık direnemeyip insanları 'her daim bu son sözüm diyen adamın komik hikayesiyle' şüpheye düşürmeye karar veriyor.
Diğer masadaki adam tekrar sesini yükseltiyor "Her gün ağlayan adamlar görüyorum. Koca koca adamlar.."
Gölge adam kulaklıklarını çıkarıyor. Not tutmaya çalışıyor. Kafası karışmış. Boşveriyor.
Kafedeki herkes eski sakinliğine bürünüyor.
27 Ağustos 2009 Perşembe
pandoranın kutusu
G. taksimin ara sokaklarından birindeki bir kapıdan yalpalayarak dışarı çıktı. Dışarıda hava ağzından buhar çıkmasına neden olacak kadar soğuktu. Ana caddeye çıkana kadar İstiklal boyunca bir o yana bir bu yana yürümeyi sürdürdü. Bir kaç kere düşecek gibi oldu, toparlandı. Bu denge kayıplarını yakalayan bir kaç ruhani varlığa gülümsemeyi ihmal etmedi. Bir yandan devamlı “buraya kadar her şey yolunda, bilincim ve dengem yerinde” diyerek kendisini telkin etmeye çalışıyordu. “Şimdi taksiye bineceğim ve eve gideceğim” diyordu kendi kendine. Taksiye bindiğimde şöföre öndeki aracı takip et desem ne kadar komik olur, diye düşündü. Bu düşüncesine dıştan mı yoksa içten mi güldüğünü farkedemedi ama fazla da umursamadı çünkü taksisini bulmuştu. Taksi şöförü bir timsahtı. Bir kere de kendisiyle konuşan bir kırlangıç görse, kırlangıç ona şen sesiyle şakısa olmazdı zaten. Anca orangutanlar, goriller, timsahlar, ruhani varlıklar falan görürdü. Sadece bir keresinde sevimli bir kirpi yavrusuyla karşılaştığı olmuştu. “Bilinçaltıma sıçayım” diye söylendi. Yine “buraya kadar her şey yolunda, bilincim yerinde ve bunların hepsini hatırlayacağım” diye düşünerek adresi tarif etmeye çalıştı şöföre. Taksi şöförü “okay baby, calm down, sleep now, shshh...” dedi ve bastı gaza. Bir timsaha da güvenilmezdi ki. Hele kendisiyle ingilizce konuşan bir timsah görülmemiş şeydi doğrusu. “Eve gidince uyurum moruk” dedi. Sonra moruk dediğine de pişman oldu. Artık timsah ona gıcık olmasın ve zarar vermesin diye uyumak zorundaydı. Bu moruk lafını ancak ona güvendiğini ve sözünü dinlediğini göstererek telafi edebilirdi. Ama burada uyursa ve kendisini uzaylılar kaçırırsa ne olacağını kestiremedi. Ve bu fikirden vazgeçti. Uyumayacaktı. Bunun yerine taksi şöförüyle muhabbet etmeyi ve gönlünü almayı düşündü. “şu dünya üzerinde” dedi “her şey sevgiyle başlar diyen insanlar var”. Timsah onu umursamadı. "sevgisiyle insanların kafesi olan insanlar da var" diye ekledi. Timsahta yine tepki yoktu. "ben mesela" dedi "seni sevdim. sen de beni sevdin mi" diye sordu. Sorusuyla beraber insana dönüşen taksi şöförünün sevgiden yoksun yüzündeki tiksinen ifadeyi gördü. Artık dayanamayacaktı. Dünyaya kustu. Içindeki her şeyi öğürerek dışarı çıkardı. O güne kadar dünya üzerinde gördüğü tüm kötülükler de tekrardan dünyaya saçılmıştı.
21 Ağustos 2009 Cuma
bayılırım kokusuna, güneş kreminin..
20 Ağustos 2009 Perşembe
lucid dreaming
Bugün rüyamda yakın arkadaşım Ç. ile ufo gördük. Hemen ilerimizdeki iki katlı villanın tepesinde duruyordu. Bayağı büyük bir ufoydu doğrusu. Sonra bir ikincisi geldi. Biz Ç. ile heyecanlandık. Bir yandan izlemeyi istiyor ama bir yandan tırsıyorduk. Sonra gemidekiler bizi görmeden veya onların jargonunda nasıl deniyorsa, sensörleri bizi yakalamadan, kaçmaya karar verdik. Koşa koşa yakındaki bir apartmanın içine girdik. Apartman merdivenleri önce aşağı iniyor sonra yukarı çıkıyordu. Bu şekilde altıncı kata kadar çıktık. Sonra leşimiz çıktı tabi. Kapıyı bir tekme darbesiyle açtıktan sonra orda gördüğümüz ilk yatağa serildik. Önce korkuyla bekliyorduk. Bizi burda da görebilirler, duvarlar görmelerine engel olmaz ve hatta onlar ısımızı algılayacaklardır falan diye düşünürken uyuyakaldık. Sabah penceremize bir merdiven dayandığını duyduk. Yanlış duyduğumuzu düşündük önce. Tam da paranoyaklaşmayacak zamanı bulmuştuk. Normalde olsa kapıdaki penceredeki en ufak ses bizi öldürmeye gelen katiller olurdu. Ama burda uzaylı beklediğimizden ve merdivenle gelmeleri olasılığını düşünmediğimizden hiç korkmadık. Perdeyi aralayıp camdan baktık. Gerçekten de yaşlı sevimli mi sevimli bir köylü teyze camımıza tıklatıyordu. "Kaçıncı kat burağ?" diye sordu muhacir şivesiylen. Ç. bir elinin beş parmağını ve diğer elinin baş parmağını gösterdi. Kadın "he tamam" dedi tatlı tatlı gülümseyerek. Bir baktık aşağıya. Köylüler yerlerden beyaz yumuşak bir şeyler topluyor. Ufolar pamuk getirmiş dünyaya. Hem de işlenmiş. Dünya bembeyaz.
7 Temmuz 2009 Salı
i kissed the cableguy, i saved the world.
En çok güldüğüm, benim için en komik, anı hatırlamaya çalıştığımda hep aynı an aklıma geliyor. İki fransız ve bir türkle Süleymaniye'nin oralarda bir yerde menemen yiyorduk. Yan masada da belli ki Beyazıt'daki üniversiteden çıkmış Anadolulu gençler vardı. Bir tanesi "tuz istesene" dedi diğerine. Diğeri dışarı çıktı, o sırada yoldan hızla geçen bir adama "pardon tuz alabilir miyiz? " diye sordu. Ben ve soruyu soran gencin olayı gören arkadaşları gülmeye başladık. Bir kopuş anıydı adeta. Benim masadaki arkadaşlar ne olduğunu anlamadılar. Sonradan anlatmaya çalışsam da onlara hiç komik gelmedi bu durum. Ama ben hatırlar hatırlar gülerim.
2 Temmuz 2009 Perşembe
25 Nisan 2009 Cumartesi
Ayı Ganima
Doğada hayatta kalmak zor zanaattir vesselam. Ben de hayatta kalmış ve mutlu bir insan olarak görüşlerimi sizlerle paylaşayım diyorum.
Misal; büyük adada piknik yapacaksınız. Sabah erkenden kalkmışsınız. Serin bir sabah. Hafif bir baş ağrınız var. Belki de dün pasif içiciliğin sınırlarını zorladınız. Hem Pınar Selek'in savunmasını okumuşsunuz bir gece önce. Ağlamışsınız gözleriniz şişmiş. Bok gibi görünüyorsunuz afedersiniz. Piknikten vaz mı geçeceksiniz. Peki tüm gün boyunca somurtacak mısınız. Tabi ki hayır. Hemen hazırlanıp kendinizi dışarı atacaksınız. Sonra piknikte topladığınız papatyalardan çay yapar sitresinizi giderirsiniz. Ondan kolay ne var.
Başka bir misal; hoşunuza gitmeyen bir şeyler olduğunu midenizde hissediyorsunuz ama bunun ne olduğunu bir türlü hatırlayamıyorsunuz. Bu bir düşünce bile olamayan his parçası ruhunuzu sıkıştırıyor. Öyle ki siz kendinizi okuduğunuz kitaba bile veremiyorsunuz. Biliyorum böyle sorunlarınız var. Korkmayın, herkesin başına gelebilir. Yapacağınız şey; biraz toprağa basmak sonra hatırlanmayan hakkında yapacak hiçbir şeyin olmadığını kendi kendinize tekrar ederek ametistten bir kolye almak. Takacaksınız. Sıkıntı mıkıntı pırrr uçup gidecek.
Misal; büyük adada piknik yapacaksınız. Sabah erkenden kalkmışsınız. Serin bir sabah. Hafif bir baş ağrınız var. Belki de dün pasif içiciliğin sınırlarını zorladınız. Hem Pınar Selek'in savunmasını okumuşsunuz bir gece önce. Ağlamışsınız gözleriniz şişmiş. Bok gibi görünüyorsunuz afedersiniz. Piknikten vaz mı geçeceksiniz. Peki tüm gün boyunca somurtacak mısınız. Tabi ki hayır. Hemen hazırlanıp kendinizi dışarı atacaksınız. Sonra piknikte topladığınız papatyalardan çay yapar sitresinizi giderirsiniz. Ondan kolay ne var.
Başka bir misal; hoşunuza gitmeyen bir şeyler olduğunu midenizde hissediyorsunuz ama bunun ne olduğunu bir türlü hatırlayamıyorsunuz. Bu bir düşünce bile olamayan his parçası ruhunuzu sıkıştırıyor. Öyle ki siz kendinizi okuduğunuz kitaba bile veremiyorsunuz. Biliyorum böyle sorunlarınız var. Korkmayın, herkesin başına gelebilir. Yapacağınız şey; biraz toprağa basmak sonra hatırlanmayan hakkında yapacak hiçbir şeyin olmadığını kendi kendinize tekrar ederek ametistten bir kolye almak. Takacaksınız. Sıkıntı mıkıntı pırrr uçup gidecek.
2 Şubat 2009 Pazartesi
ben daha o zamanlar
evrimin
sevgi, nefret ve kabulleniş
basamaklarından
nefret aşamasındaydım.
sonra seni gördüm.. ah.
seni gördüm.
yaklaşıyordun.
durgun bir göle dalmış
yüzüyordum.
yeşil
mavi.
dünyadakileri
suyun içinden duyuyordum.
boğuk
uzak.
sonra seni gördüm.. ah.
seni gördüm.
uzaklaşıyordun.
soğuk
karanlık.
ve ben
yükseliyordum
su yüzüne.
hızlı ve
olağan.
evrimin
sevgi, nefret ve kabulleniş
basamaklarından
nefret aşamasındaydım.
sonra seni gördüm.. ah.
seni gördüm.
yaklaşıyordun.
durgun bir göle dalmış
yüzüyordum.
yeşil
mavi.
dünyadakileri
suyun içinden duyuyordum.
boğuk
uzak.
sonra seni gördüm.. ah.
seni gördüm.
uzaklaşıyordun.
soğuk
karanlık.
ve ben
yükseliyordum
su yüzüne.
hızlı ve
olağan.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)


