25 Kasım 2011 Cuma

iz.

Müzik listemdeki onikinci şarkıyı çok seviyorum. Ne zaman onikinci şarkı başlasa şarkının ne kadar ahenkli olduğu geliyor aklıma. Hemen ardından tam beş dakika kırküç saniye sonra onüçüncü şarkının başlayacağını düşünüyorum. Ancak doğruyu söylemek gerekirse onüçüncü şarkıdan pek haz etmiyorum. Bu yüzden onikinci şarkının biteceğini ve onüçüncü şarkının başlayacağını düşünmek beni çileden çıkarıyor. Eskiden böyle bir insan değildim ben. Çile denince bile aklıma çilek gelirdi. Neden onüçüncü şarkının beni bu kadar sinirlendirdiğini bilmiyorum. Sanki onüçüncü şarkı onikinci şarkının bitme nedeniymiş gibi. Halbuki o sadece başlama sırasını bekliyor. Bir de ismi uğursuz. Gerçi doğru yerde ve doğru zamanda dursaydı bir de ismi farklı olsaydı onu sever miydim bilmiyorum. Tek bildiğim onikinci şarkıyı hiçbir zaman keyifle dinleyemediğim.

22 Kasım 2011 Salı

gelincik.

"Ama güle güle diyemem." Bu cümleyi bana söyleyen yeşilin ortasındaki bir kırmızı gelincikti. Sonra pamuk tarlalarını gördüm. Bir Orhan Kemal kitabındaki pamuk işçilerinden birinin aşkını hatırladım. Bir yandan dünyanın en delikanlı radyosunu dinliyorduk. Aynı pamuk işçisini ve aşkını sabah bir iş mahkemesi duruşmasında tanık olarak dinlenen pamuk işçisini görünce de hatırlamıştım. Elleri aynı Orhan Kemal'in kitabındaki işçinin elleriydi. Yeni bir şehirde insan yine insandı. Ağaç yine ağaç. Gelincik de yine gelincikti. Bazen nerede olunduğunun çok da önemi yoktu, uzak olmak dışında.

7 Kasım 2011 Pazartesi

tırtıllar ve kahverengi botları.

O sabah uyandığımda yapmayı hiç mi hiç istemediğim ilk şey yüzümü yıkamaktı. Ayrıca sevecen ve sıcak yorganımı terketmek zorunda olduğum için çok mutsuzdum. Ama yüzümü yıkadım, yorganımı da terkettim.
Daha sonra yapmayı hiç mi hiç istemediğim şeylerden ilki ise işe gitmekti. Çünkü o gün çok mühim, ivedi ve zor bir işim vardı. Hem zavallı karnım çok açtı ve onu doyurmaya vaktim olmadığı için de çok mutsuzdum.
Tabi bu arada tüm olumsuzluklardan bahsettiğimi düşünmenizi istemem. Zira sabah bana günaydın diyen birinin olmamasından, diş fırçalama ve giyinme faslından bahsetmedim bile. Ki bunlardan birincisi hakkında sayfalarca depresif yazı yazılabilir taktir edersiniz ki.
Her neyse. Sonra işe gittim. Yine dikkatinizi çekmek isterim ki teptiğim yollardan ve belediye otobüs yolculuklarının niteliğinden hiç bahsetmiyorum.
Bu aşamadan sonra en çok karşılaşmak istemediğim durumlardan ilki o çok mühim ve ivedi işim hakkındaki bir talebimin reddedilmesiydi. Talebim kabul edilmediğinde yürürlüğe geçireceğim bir B planım vardı ancak onu uygulamak zorunda kalma fikri beni mutsuz ediyordu. Sonra talebim reddedildi.
B planını uygulamaya soktuğumda ise olasılıkları hesaplamakta hastalıklı bir ustalık barındıran sevgili kafamın dahi içinde bulunmayı hiç istemeyeceğim durumlar arasında saymadığı bir olayla karşılaştım. Adliyede elektrikler kesildi ve ben acil ve neredeyse hayat memat meselesi olan işim dururken iki saat elektriklerin gelmesini bekledim. Her ne kadar bir üçüncü dünya ülkesinde yaşıyor olsam da bunu hesaba katabilecek kadar pesimist olamazdım. Belki de ileride bir gün bugünü her zaman elektrinklerin kesilmesi ihtimalini hatırlamak konusunda bir dönüm noktası olarak görecektim. Örneğin belki ileride bir gün güzel bir şarkı dinlerken şarkının en güzel yerinde elektriklerin kesilmesi ihtimalini düşünerek şarkıyı kendime zehir edecektim. Yavaş yavaş deliriyordum sanırım.
Daha sonra imkansız bir şekilde B planım da işe yaramadı. Emin olduğum şey bu alanda iki artı ikinin hep dört etmesi gerektiğiydi. Ama etmiyordu işte. Bu planın işe yaramaması ise dünyadaki diğer tüm mümkün ve mümkün olmayanları sorgulamama neden oldu. Yani belki de tırtılların asla asla asla kahverengi bot giyemeyeceği konusunda yanılıyor olabilirdim.
Daha sonra bu olumsuzlukların direk muhatabı olan birkaç ağlamaklı insanla konuştum. Neyseki bu defa sadece ağlamaklıydılar ve neyseki bu defa da sonucun beş olması konusunda kimse beni sorumlu tutamazdı.
O akşam bir arkadaşımın söylemiyle tüm bunlara rağmen nasıl mutlu olacak bir kafaya erişebildiğimi biraz sorguladım. Ama akşam olmaya başlayınca işler de düzelmeye başlıyordu.
O an yapmayı en çok istediğim şeyleri birer ikişer yapar buldum kendimi. Ofise döndüm, karnımı doyurdum, biraz müzik dinledim, bira içtim, yolda kitap okudum, eve gittim, ısındım.
Ve gece..
Gece sadece bir Morphine şarkısı olmaktan öteydi.