2 Temmuz 2020 Perşembe

olağan

Olağan sıkıcılığında bir adliye günüydü. Gerçi rast giden işlerim ile rast gitmeyen işlerim arasındaki makas olumsuz yönde biraz daha eğik olduğu için olağan sıkıcılığı biraz aşan bir gündü demek daha doğru olabilir. Hatta bir ara içimden hüngür hüngür ağlamak  bile gelmiş olabilir ama bunun konumuzla bir ilgisi yok. Çünkü belki de bu hormonal bir mevzudur ve aslında normalde benim içimden her gün hüngür hüngür ağlamak gelmelidir. Zira üç dakikalık işlerimi üç saatte hallediyor oluşum olağan bir durum. Gerçi her gün 60 yaş üstü müvekkillerin 'üzgün yüzlü smiley' gönderdiğini söyleyemem. Her neyse. Böyle bir iş hayatını seçiyor oluşum nedeniyle hayıflanmayı haketmiyor olduğumu düşünenler olabilir. Ben de bugün bu tip konularda bir sürü ileri geri yargılamalar yaptım insanlar hakkında. Bu nedenle de kozmik cezamı vermez umarım. Aslında yazıya başlarken bugün karşılaştığım iki kişiden ve seçimlerimden bahsetmek istiyordum. Ama çok uzattım sanırım. Velhasıl karşılaştığım bu birlikte çalışan iki kişi gözüme o kadar çirkin gözüktü ki seçimlerimi düşünmeme neden oldu. Yani eziyet çekiyor olmayı kabullenebiliyorum (kim bilir ne psikolojik çözümlemeler yapılabilir bu konuda)  ama seçme şansım olan konularda çirkin insanlarla iş yapmamaya çalışıyorum ve güzel giden bir iş hakkında çirkin bir insanla birlikte sevindiğimi hayal etmek bile beni huzursuz ediyor. Tabiki fiziksel bir durumdan söz etmediğimi söylememe gerek yok. Birinin çirkin olduğunu nasıl hissettiğimi ise açıklayamam. Ama bakıyorum, dinliyorum ve tiksiniyorum. Kriterlerim bunlar. Aslında bugünkü iki kişiyi beyaz fonlu bir odaya alsak ve çok normal bir alandaymışlarcasına birbirleriyle konuşsalar, biz de kamera önünden değil de, orada değilmişizcesine karşılarından onları izlesek ne demek istediğimi daha net anlatabilirdim sanırım. İşte gün içinde bu şekilde seçimler üzerine düşünerek biraz sakinleştim ve ofise döndüğümde bir akşam birası içmeye karar verdim. Teneke kutumu birlikte sevinmeyi tercih ettiğim benim göreceliliğimde güzel olan tatlı insanlara kaldırdım. Tabi güzel olmaları bazen saçma sapan olmadıkları anlamına da gelmiyordu. Üstelik bugün çoğuna gıcık olma günümdü. Yine de makasın orta noktasında hissettim kendimi. Oh dedim. Bu ana geldim. 

7 Mayıs 2020 Perşembe

Bugünlerde Masanobu Fukuoka'nın Ekin Sapı Devrimi isimli kitabını okuyorum. Fukuoka Bey çiftliklerinde 'Hiçbir şey yapmama' tarımı adını verdiği bir tarım yöntemi uygulamış ve bunu duyurmaya çalışmış. Buna doğal tarım diyor. Bazı Japon yazarlarda okuduğum ve aynı zamanda bana Tzu'yu hatırlatan bu hiçbir şey yapmama olayı hoşuma gidiyor. Zen ve Okçuluk'u okurken de benzer bir gözlem yapmıştım. Tarımın pek de doğal bir şey olduğunu düşünmüyorum aslında. Ama farkında olmadan Fukuoka'nın 'hiçbir şey yapmama' tarımını uygulamaya çalıştığımı, bunu düşündüğümü- veya buna başladığımı demek daha doğrudur belki- farkettim. ("Hiçbir şey yapmama" tarımında da çok fazla iş var bu arada) Bu da beni heyecanlandırdı. Ekosistem şu hayvan ölünce bu zararlılar artar demekten çok daha fazlası tabiki. Hem bu kitabı okurken hem de küçücük bir toprak parçasına bakarken sonsuzluğu hissediyorum. Sanki ekosistemler hakkında insanların edindiği tüm bilimsel veriyi mükemmel bir yapay zekaya yüklesek bile yapay zeka ekosistemdeki olasılıkları tespit edemez gibi geliyor bana. Bu konuda her şeyi dörtbuçukmilyar yaşında olan ve bunca yıldır evrim geçiren bilge dünyanın ellerine bırakmak daha doğru olabilirdi diye düşünüyorum- en azından söz konusu yapay zeka icat edilene kadar. İnsanın bilimine çok güveniyor olması, doğa ananın işine burnunu sokması bazen bana aşırı cüretkar geliyor. Tabi başka bazı durumlarda da cüretkar olunması hoşuma gidiyor. Sonuç olarak siz gene çalışın bilim insanları. Tarımda olmasa da başka yerde kullanırız icatlarınızı. Öpüyorum hepinizi.

3 Mayıs 2020 Pazar

Uzaylılar için din.

Sanırım bu süreçte herkes felakete hazırlanıyor olmanın çok da komik bir şey olmadığına kanaat getirmiştir artık. Ben de bundan aldığım güvenle uzaylılar geldiğinde hazır olabilmek için gerekçeli bir çerçeve yasa metni yazmaya giriştim. Başlığı "Uzaylılar için Din". Şimdilik fazla spoylır vermek istemiyorum. Ama kurallardan bir tanesi "çöp çıkarma, hadi çıkardın dönüştür, hadi dönüştüremedin sakın ola ki atma. Çünkü sen kim oluyorsun da bizim biricik dünyamızı pisletiyorsun" mealinde lafzen böyle yavşakça dile getirilmemiş bir kural. Ola ki metni tamamlarsam ve birileri de okur ve bana hak verirse kendimizi de sorgulayabiliriz diye düşünüyorum. Yine fazla spoylır vermek istemem ama kurallardan başka bir tanesi de: "Bu metni yazanı sevin, sarmalayın ve bir uzay seyahatine çıkartın sonra da sapasağlam evine getirin" olacak. Çünkü sevilmek, sarmalanmak, uzay seyahatine çıkmak ve eve dönmek çok güzel. Biliyorsunuz ki kuralları koyanlar tabi ki kendilerini birazcık kayırırlar. Bilmem anlatabiliyor muyum. Dipnot : Felaket demişken söylemeden edemeyeceğim eğer bir zombi istilası ile karşılaşırsak elinize ne geçerse onları yok etmeye bakın.

2 Mayıs 2020 Cumartesi

haiku

Mayıs ayı ve yaza çalan bahar mevsimi içimde bir 'haiku okuma isteği' - daha doğrusu 'okuduğum bir haikuyu deneyimleme isteği' doğuruyor. Ama hala karantina sürecindeyim ve zeytinliği çok özledim. Bugün sırf bu özlem yüzünden kuruttuğum zeytin yapraklarını kavanozladım. Sonra 35 defa güneşi selamlamanın ardından Mıcır'la balkonda güneşlendik. Güneşin göbeğimizi ısıtması ikimizin de çok hoşuna gitti. Karantina ve depresiflik yüzünden zorla tamamladığım '21 gün 21 şükür' çalışmam dün bitmemiş olsaydı muhtemelen bu göbek mevzuunu yazardım. Ve bir de bloga tekrar yazma isteğinin beni keyiflendirmesine dair bir şeyler belki. (Evet şükür çalışması ile pıtırcıklığıma geri dönmek zorundaydım) Her ne kadar geçtiğimiz dört yılda blog yerine deftere yazıyor idiysem de yıllar sonra blogu okumak hoşuma gitti ve 'neden buraya da biraz iz bırakmayayım ki' derken buldum kendimi. Bu açıklığım ne kadar sürer, hemen defterimin güvenli kollarına mı atılırım bilmiyorum. Şimdilik buralardayım.