20 Aralık 2012 Perşembe

save son.

Dünyanın son günü için yazacağım bu yazıyı yetiştiremeyeceğim diye ödüm kopuyordu. Bunun için alelacele yazıyorum. İmla hatalarını, anlatım bozukluklarını görmeyiverin lütfen. Bugün iki kadeh şarap içtim. İçerken dünyanın sonunu düşünüyordum. Eğer bu çok ciddi emareleri olan ve gerçek bir son olsaydı, örneğin dünyamıza 24 saat sonra bir göktaşı çarpacağından emin olsaydık da, muhtemelen aynı anda şarabımı içiyor olurdum. Belki de bizi kurtarırlar diye düşünürdüm. Yani umut son anda bile mutlaka olurdu ve normal bir hayat yaşamamı sağlardı sanki. Sonra babamı görmeye giderdim. Melankoli filmi geliyor aklıma. Arkada birini bırakmayacak olmak da garip.Yok etmek isteyeceğim yazılarımı saklamak zorunda değilim. Siz de göremeyeceksiniz ne de olsa. Eğer dünyanın sonu gelirse bu yazımı dahi okuyamayacaksınız. Sadece ben ölüyor olsaydım neden bazı şeyleri saklamak isteyeceğim konusunu veya okuyamayacak olsanız da bir görev bilinciyle neden bu yazıyı yazdığımı tartışmayacağım. Mahremiyetim ben öldükten sonra dahi kendisini korumaya çalışıyor. Yaşadıklarımı bir şerit gibi gözümün önünden geçirirken görüntü devamlı sarı yaprakların üzerime kar gibi yağdığı bir anda yavaş çekime geçiyor. Yalnızca kendi duygularımı ve o atmosferi düşlüyorum. Neyseki tam zamanında dünyanın sonu geliyor. Hormonları tarafından yönetilen bir kadının en normal ruh hali içindeyim ve bu yüzden kızgınlığım, kırgınlığım, hesaplaşmalarım yok. Bir de şarap çok gevşetici. Karnım tok, sıcağım, sağlıklıyım, seviyorum, hazırım.

23 Ağustos 2012 Perşembe

sentez

Sivrisineklerden korunmak için sıcaklara rağmen hep pikeyle örtünmek zorunda kaldım. Ve günlerdir pikeyle örtündükten sonra bir sivrisineğin içeride kalıp tüm gece bacaklarımı yiyebilecek olması ihtimaliyle uykularım kaçıyor. İsterseniz bana paranoyak deyin. İsterseniz vesveseli olayım. Bir sivrisineğin pikenin altında kaldıktan sonra bacağıma hafif incecik bacaklarıyla konup iğnesini etime sapladığını ve kanımı lıkır lıkır içtiğini hayal etmekten uyuyamıyorum. Hiçbir zaman mühim meseleler düşünerek uyuyamamak istemem. Acaba diyorum uyuyamamak bir ihtiyaç da ben mühim meseleler düşünerek uyuyamamak istemediğim için sivrisinekleri bahane mi ediyorum. Uyuyamama ihtiyacımı karşılamak için başka nedenler bulmayı da istemiyorum. Sivrisinekleri düşünmek o kadar da kötü değil belki. Çünkü yetişkinliği sadece 2 hafta olan bir sivrisinekle aynı pikenin altında 2 hafta kalsam dahi beni yiyip bitiremez sanırım. Artık her şey yoluna girdiğine göre uykusuz gecelerimde Skyrim'de hangi loncalara üye olacağıma karar vermemin zamanı geldi galiba.

19 Temmuz 2012 Perşembe

buraya kadar okuduğunuz için teşekkür ederim.

Geçen gün otobüs beklerken, şu sıralar ve genellikle, hayattan iki beklentim olduğunu farkettim. Bunlar ; 1- milli piyangodan ikramiye kazanarak zengin olmak, 2- vampir olmak. Bu farkındalıkla yaptığım her şey bir anda anlamsızlaştı. Çünkü hiçbiri bu beklentilerime hizmet etmiyordu. Sanki bir gün bu gerçekleşmesi çok zor olan ihtimaller gerçekleşebilir umuduyla yemek yiyor, tuvalete gidiyor, çalışıyor, kazandığımla yine yemek yiyordum. Belki de hormonal bir düşünceydi bu. Sonra otobüs durağına yaşlı bir çift geldi. Otobüsün kalkmasına henüz beş dakika olmasına rağmen gelmeyen şoförü azarlıyorlardı. Otobüs durağında sırada beklemek yerine otobüsün önünde bir kuyruk oluşturulmasını istediler. İnsanlar oraya yöneldi. Ben de mecburen onları takip ettim. Yaşlı teyze otobüsün kapısına tokat atıyor, "where is the driver? where is the driver?" diyerek ne kadar entelektüel ve ingilizce bilen bir teyze olduğunu ispatlamaya çalışıyor, tüm dikkatleri üzerine çekiyordu. Onun adına utanıyor bir yandan da susmasını diliyordum. Bu kadar saçma bir dünyada neden vampir olamayacaktım ki. Bir anda yeniden umut doldum. Sonra otobüs şoförü geldi. Ben çifte yakın bir yere oturma korkusuyla kendilerine hemen sıradaki yerimi verdim. Amacım otobüsün neresinde oturduklarını tespit etmek ve onlardan en uzak yere oturmaktı. Ancak benim çok kibar etek giymiş bir kız olduğumu düşündüklerinden eminim. Bu yanlış anlaşılma biraz canımı sıksa da bu hikayeyi asıl anlatma nedenim otobüs derken dudakları çok şirin gözüken insanların daha çok otobüs demesidir.

6 Mayıs 2012 Pazar

naklen sevgi istiyoruz.

Rimel sürerken hapşurmanın çok zararlı bir eylem olduğunu keşfettiğim günden önce, bir dostumun hiçbir zaman uçan arabalarla gezemeyeceğime dair tokat gibi cümleleri ile beni hayal kırıklığına uğrattığı günden çok sonraydı. O sabah "beş yaşında çocuğun orada ne işi varmış" diyerek uyanmıştım. Bu konuda hiçbir yorum yapamıyorum. Çünkü rüyam hakkında hatırladığım; ıssız bir koyda yüzdüğüm ve açık denizde bir yerde yaşlıca iki amca ile kağıt oynadığımdı. Ancak konumuz bunlar değil pek tabii ki. O günü diğer günlerden farklı kılan en mühim olay bir insanı nasıl öldürebileceğime dair bir plan yapmamdı. Belirli bir kişiden bahsetmiyorum elbet. Ancak o gün birini öldürmem gerekseydi bunun en makul yolunun o insanı kendi kalbine yabancılaştırmak olabileceğine karar verdim. Belki de bazı kalp krizleri insanların istemsiz çalışan kaslara hükmedebildiği bir anda o kanlı, canlı, kırmızı pompaya yabancılaşması ile meydana geliyor olabilirdi. Tüm iç organlar gibi çok ilginç olan bu organ da anlık bir yabancılaşmayla tekleyebilirdi. Bunları düşünürken bir yandan Mozart'ın Requiem'i eşliğinde yolda yürüyordum. Ölüm hakkındaki bu keşfimin de Mozart'ın başarısı olabileceğini düşündüm. (Bu yüzden bu parlak fikrimle çok fazla gurur duyamıyorum açıkçası.) Köşedeki apartmanın çatısında her zamanki yerinden seslenen erkek serçeyi gördüm. Lacrimosa eşliğinde havada polenler uçuşuyordu. Ölüm ve yaşamın iç içe olduğu o anda tam da hayatın sırrına ilişkin bir şeyler farkedeceğimi hissetmiştim ki bir gülme geldi ve konudan uzaklaştım.

27 Mart 2012 Salı

i don't want to set the world on fire

Benim dünyamda gülen ağız şeklinde aylar, satılmayı bekleyen sekizler, aslında süperim diyen inekler, çakmakla yakılarak eritilen karamelden kalpler var. Ama galiba üzücü bir şey ki pek misavirperver değilim.

9 Mart 2012 Cuma

hatıra.

Çocukken "yağma yağmur yağ kar" diyerek karın yağışını hızlandırdığımı hatırlıyorum.
Ve kar demişken yıllar önce üç dost Selimiye'de bir parkta kartopu oynadığımızı da hatırlıyorum. Başka bir zaman bambaşka bir yerde şelalelerde beliren gökkuşaklarını gördüğümü, onları bir daha göremeyeceğimi düşündüğümü hatırlıyorum. 'Pencereden kar geliyor' çalarken gözleri dolan birini ve onu da bir daha görmeyeceğimi düşündüğümü. Bir de domatese aşık olan adamı hiç unutmuyorum. Bir dostumun sabah saat 4.20'de bana yıldızları gösterişi de aklımdan çıkmıyor ve ayrıca Bach eşliğinde yüzen balık iskeletleri.

29 Şubat 2012 Çarşamba

çar.

Akşam B. ile çay içtikten sonra yolda yürürken kar yağmaya başladı. Bu yüzden ben toz zencefilimi alarak üzerime düşen tüm sorumlulukları yerine getirdiğim hissiyle hemen aktarın karşısındaki duraktan geçmekte olan otobüse koştum. Arka koltuklardan birine oturup kitabımı açtım. Ancak aniden aklıma gelen belki de dünyanın en önemli konularından biri yüzünden kitabıma bir türlü odaklanamadım. “Acaba klavyedeki tuşlar insan bedeninin içinde bulunduğu nasıl bir etkileşimi simgeleyebilirdi ?”
Mesela enter tuşu işaret parmağıyla şakaklara dokunularak yapılan bir ‘bunu kafana sok işareti’ olabilirdi. Ya da backspace yanağa atılan küçük bir tokattı belki. Ve shift de bele dolanan bir kol veya ufak bir öpücük olmalıydı.
Neyseki ben bunları düşünürken ineceğim durağa geldim ve neyseki indikten sonra düşünmem gereken daha önemsiz bir takım düşünceler vardı. Donmadan eve ulaşmalıydım. Çünkü kar taneleri büyümüş ve ben pek üşümüştüm. Belki ctrl tuşuna bir kez basarak bu iş bir çözüme ulaştırılabilirdi. Ancak maalesef ve pek tabii ki her şeyin çok zor olduğu bir dünyada yaşıyorduk.

28 Şubat 2012 Salı

iletişim.

“Paranoyaksın” derdi ona içsesleri. Eh haksız da sayılmazlardı. Çünkü ne zaman kulaktan kulağa adlı oyun içinde oyun içinde oyunu oynasalar o hep birilerinin sıradakine alakasız bir söz fısıldadığını düşünür ve mızık yapan bu sesi bulmaya çalışırdı.

9 Şubat 2012 Perşembe

aslında güzel.

Üç gündür yoldaydım. Şehirlerarası otobüslerde yarım yamalak uyuklamaktan mıdır nedir beynim zaten ne kadar gelişmiş olduğu şaibeli olan kıvraklığını yitirmişti. Normal zamanlarda dahi emin olamadığım gerçeklik boyutları arasında geçiş yapıp duruyordum. Bir rüya aleminde gibi gözlem yapıyor, elimi yüzüme dokundurup bu dokunuşu elimle değil yüzümle hissetmeye çalışıyordum. Tam bu sırada bir yandan muhabbet ettiğim arkadaşım M. bir konuyu açıklamak için “ışınlanma bulunmuş gibi hayret bişey” benzetmesini yaptığında ben bunu kelimenin gerçek anlamıyla algıladım. Üstelik buna inandım. O kadar çok heyecanlandım ki. Aptallığım neticesinde hissettiğim bu heyecanı kayıtlara düşmeden edemedim. Bugüne kadar ışınlanmanın bulunduğuna bir gün şahit olma ihtimalimize hiç yakın bakmıyormuşum. Bir saniye içinde odama ışınlanan insanlar ile küçük bir hayali sahne dahi yaşadım. Maalesef gerçekle saniyeler içinde yüzleştim. Ama o bir saniyelik heyecanım pek garipti ve nadir yaşadığım bir histi.

31 Ocak 2012 Salı

nişasta

Eline 'nişasta' yazmış bir kız ; eve gidip kek yapmayı istiyor olabilir, evdekilerin siparişini unutmamaya çalışıyor olabilir veya bir dinamit yapmayı planlıyor olabilir.